Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Mart 2011 Çarşamba

Bazı hayaller, biz gerçekten isteyince, hedeflere dönüşebilir mi ?

Hayaller ve hedeflerin arasındaki ince çizgiyi anlatarak güzel bir girizgah yapabiliriz herhalde. Hedefleri, belirli bir zaman içerisinde ya da sonunda, planlanabilir, ulaşılabilir, başarılabilir "olaylar" olarak tarif ederler kişisel gelişim eğitimlerinde... Hayaller ise, daha ulaşılamaz, daha hesaplanamaz, daha dokunulamaz "olaylar" diye devam ederler... Ama her ikisi de, başarıldığında, dokunulduğunda, ulaşıldığında, mutluluk verici, haz verici, statü atlatıcı, "beni benden alıcı" şeylerden oluşuyor aslında :) Hayatı daha anlamlı kılıcı belki de...

Hedeflere örnek olarak mesela, bir mezuniyeti verebiliriz, ya da bir araba satın almayı, araba kullanmayı öğrenmeyi, çok pahalı bir arabanın sadece içine oturmayı belki de... Hayale örnek olarak oyuncu olmak olabilir mesela, ya da bir gazeteci olmak, bir başbakan, bir teknik direktör ya da bir yazar, bu alanlarla hiç alakası olmadan, "ekmek parası" uğrunda yaşam savaşına düşmüş bir insan için... Siz çeşitlendirin işte, çocukken olmayı istediğiniz şeyi düşünün mesela, şimdiki konumunuza çok uzakta olan... Ya da ünlü olmuş bir çocukluk arkadaşınız vardır belki, şu an bende orda olabilirdim dediğiniz, ama şimdi sizin için sadece bir hayal olan...Acı mı veriyor size o hayali düşünmek, yoksa mutlu mu ediyor şuan ya da hırslandırıyor mu ? Eğer ki mutlu ediyorsa,  kusura bakmayın ama zaten sizin için iş bitmiş demektir, o halde düşünüp mutlu olduğunuz şey her neyse, sizin için hakikaten bir hayal anlamına geliyor... Eğer ki hırslandırıyorsa ya da hala bi yerlerinizi acıtıyorsa yazının bundan sonraki kısmını dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum...

Yirmilerinde evlenmiş ve iki çocuk sahibi olmuş bir ev hanımı, sizce otuzlarında nerelerde olabilir ? Ailesini, eşini ve mutluluğunu kaybetmemek şartıyla ama... Çocuklarını pırlanta gibi yetiştirip, onlardan hiç bir zaman sevgisini esirgemeden, hatta onlarla birlikte başkalarının çocuklarına da sevgi dağıtmak koşulu ile...Bir çok işte ve iş alanında çalışmak, hepsinde yeni tecrübeler, yeni bilgi birikimleri edinmek koşulu da var tabi... Ama öyle alelade işler ve statüler de olmayacak bunlar. Mesela yaptığı yorumlarla, verdiği geribildirimlerle iş kararları aldıran nitelikte olacak...

Sonra otuzlarına geldiğinde aklına çocukluk hayali gelecek, birilerinden esinlenecek belki, belki de tamamen "olmaz" deyip derinlere gömdüğü yaratıcılık eserleri su yüzüne çıkacak ve tamamen konuyla alakasız bir iş yerinde, "tiyatro yapacağım" diye tutturacak. Kırk akıllı o taşı çıkaramayınca, deliyle deli olmayalım denecek ve bir Tiyatro Kulübü kuracak... Dedim ya kırk akıllı o taşı çıkaramayacağı gibi, deliyle deli olanlar da çıkacak ve ardından taş atmaya başlayacak. Mesai bitimlerinde deliler "ekmek arası" ile karınlarını doyurarak, taş atmaya devam edecekler kuyuya... O otuzlarında olan, bu işe öyle bir yüreğini koyacak ki, o kadar çatlak sese, o kadar olumsuzluğa rağmen 4 sene boyunca ardı arkası kesilmeyecek o kuyuya atılan taşların. Nasıl kocaman bir yüreği varsa bu otuzlarındaki kadının, herkese sevgisini dağıtacak, doğrudan ve dolaylı yoldan bir sürü insanın hayatını değiştirecek, belki de yeni yeni yollar çizdirecek hiç haberi olmadan...

Nasıl kocaman bir yüreği varsa bu otuzlarındaki kadının, bunlarla da yetinmeyecek sevgisini paylaşırken, bir yandan da bir şeyler karalamaya başlayacak. Sonra karalamalar harflere dönüşmeye başlayacak, harfler kelimelere dönüştükçe onları da paylaşmaya başlayacak. Ama inanmayanlar da olacak ona, sanki bunca taşı kuyuya atan o değilmiş gibi. Yine onlarla da savaşmayacak, ama aldırmayacak da onlara. Yok artık! Abartacak, bir de "yazar olacağım" diyecek... Saçmalayacak iyice, "hem de oyun yazacağım" diyecek. "Ben oyun yazıyorum" dedikçe, çevresindekiler sanki mektup yazıyormuş gibi tepki verecek. O yine düşmeyecek, yine durmayacak ve oyun yazacak... "Yazımı bitirdim, bir oyunum oldu" diyecek, çevresindekiler bir kek yapmış gibi tepki verecek. Otuzlarındaki deli yine aldırmayacak, oyununu şehir tiyatrolarında okutacak ve ayakta alkışlanacak. Çevresindekiler farkına varacak onun bir "oyun" yazdığının. Bir tiyatro oyunun, böyle bir kadın tarafından yazıldığının farkına varacaklar. Tebrik etmeye başlayacaklar, takdir edecekler, ama o otuzlarındaki kadın yine yetinmeyecek... Herkese bahşettiği sevgisini, o kuyuya attığı taşa da öyle bir bahşedecek ki, bir tiyatro grubu daha kuracak. Bir yönetmen ve bir oyuncu alacak yanına, oyununu oynatacak... İki yüz otuz kişi izleyecek oyununu, bittiğinde oyun ayakta alkışlanacak. Arkadaşlarının kalbi pır pır edecek, gururlanacak, gözleri dolacak, o çıkıp sadece "ben konuşmayım, biraz daha yazayım" diyecek ve karanlığa çekilecek... Doyamayacak kimse oyuna, bi daha oynansın diyecek... İlk yazdığı oyununu, ilk kez oynatacak ve o oyuna doyulamayacak...

Yirmilerinde sadece nur yüzlü, candan ve gözü kara bir kadından, otuzlarında sizce bir Nur Can KARA çıkabilir mi ?

İnsan kendi hayatından başarı hikayeleri anlattığında, ukalalık derler... Ama gerçek dışı hikayeler de kimseyi tatmin etmez... Buyurun size taze taze, kanlı canlı, capcanlı bir başarı hikayesi ya da ibretlik bir tablo... Sizce bir sigorta şirketi ya da muadil bir sektörde çalışan biri için, oyuncu olmak, yazar olmak bir hayal midir ? Yoksa hedef mi ? Ya da sorumu şöyle değiştireyim;

Bazı hayaller, biz gerçekten isteyince, hedeflere dönüşebilir mi ?

Sevgilerimle,
Serkan ÜRGÜN